Yılmaz Özdil'in 16 Eylül tarihli yazısı beni o kadar etkiledi ki paylaşmak istedim bir kez daha...
Tabii ki Yılmaz beyden izin alarak. Teşekkürler Yılmaz Özdil. Yüreğine kalemine sağlık...
MUSA
Musa15 yaşında...
Çok başarılı öğrenciydi Musa.
Öğretmen olmak istiyordu.
Sabah okuluna gidiyor...
Sonra çobanlık yapıyordu.
Babası garibandı çünkü.
* * *
Tam bir sene önce, gene böyle bir sabah... Çıktı tek göz oda, ağıldan bozma evinden kör karanlıkta, yürüye yürüye, 2 kilometre, sırtında çantası, şehirlerarası asfalta geldi... İzmir Aliağa'ya bağlı Kapıkaya Köyü'nde yaşıyordu, köyde okul yok, okul Yenişakran'da... Türkiye'nin en batı ucunda, bütün yatırımlar oraya yapılıyor denilen coğrafyada, Türkiye'nin en doğusundaki yaşıtlarıyla aynı kaderi paylaşıyordu; taşımalı eğitim... Servis bekliyordu.
* * *
Yakaladı yakaladı...
Kaçırdığında okuluna gitmesi imkânsız.
O nedenle, gün doğmadan kalkıyor, en az 2 saat yolu hesap ederek, saat 6 civarında asfaltta oluyordu.
Asfalt rampa.
* * *
Göründü yarım saat sonra servis minibüsü... Manisa'nın Karaahmetli Köyü'nden başlıyor, çocukları toplaya toplaya, en son Musa'yı alıyor, Yenişakran'a varıyordu. İçerde, biri şoför, biri engelli çocuğuna refakat eden anne, toplam 27 çocuk... Musa 30'uncu.
* * *
Durdu önünde her sabahki gibi, bindi Musa, hareket ettiler. Ama bir acayiplik vardı... Şoför döndü Musa'ya öfkeyle, “Bak seni almak için durduk, fren patladı, niye rampada duruyorsun, 100 metre yürüyüp düzlükte dursana!” diye bağırdı... Yer kalmadığı için ayakta dikilen Musa, büktü boynunu, ne desin, zaten bütün çocuklar ona suçlu gibi bakarken ne diyebilirdi ki? Bir ara göz göze geldi en sevdiği sınıf arkadaşı Hidayet'le... Hidayet gülümsedi, çaktırmadan şöyle bir salladı elini havada “Boşver” manasında, “boşver, üzülme...”
* * *
Dandik asfaltta haldır haldır gitmeye başladılar, 1 kilometre, 2 kilometre, 3 kilometre... Yenişakran'a 4 kilometre kala, olanlar oldu, trafolar bölgesinde dik yokuşun sonundaki sert viraja daldı minibüs, “Fren boşaldı” diye bağırdı şoför, savruldular, korkuluk morkuluk yok tabii, uçtular Tütünlü Deresi'ne... Önce çığlıklar, 3 takla, 5 takla, darmadağın oldu, zaten darmadağın haldeki minibüs, sonra trajik sessizlik.
* * *
İsmail oracıkta öldü. 9 yaşındaydı. Recep öldü, Murat öldü. 15'indeydiler. Ve, gülümseyerek kan kardeşine moral vermeye gayret eden Hidayet... Ambulanslar geldiğinde nefes alıp veriyordu hâlâ... Hastane, doktor, ameliyat, olmadı... Hidayet de gitti.
Ya Musa?
Kafası yarılmıştı, sağ el bileği ezik...
Hatta, o feci kazanın haberini yapan gazeteler, Musa'nın bandajlı fotoğrafını koymuşlardı, “Açılan kapıdan fırladı, kurtuldu” diye.
* * *
Kurtulmuştu hakikaten Musa... Sağ çıkmıştı o tabut minibüsten... Ama kâbuslardan kurtulamadı... Hidayet her gece rüyasına giriyor, gene gülümseyerek “Boşver, üzülme” diyor ama, şoförün “Bak seni almak için durduk!” diye bağırması kulaklarından gitmiyordu, çın çın... Bıraktı okulu. Gitmedi bi daha.
* * *
Ve, bir sene sonra...
* * *
Bilirkişi, en fazla 12 yaşında olması gereken servis minibüsünün, daha eski, 15 yaşında olduğunu, frenlerin kazadan çok önce patlak olduğunu tespit etti; balatalar erimişti. Aslında servis minibüsü bile değildi, öyle olsaydı, “S” plaka taşımalıydı, taşımıyordu. Buna rağmen, hiç kimse şikâyetçi olmadı... Savcı hariç... Kamu adına dava açtı, bilirkişi raporunu koydu hâkimin önüne, hâkim de, hiç tereddüt etmeden 10 sene hapis verdi şoföre... Giden gitmişti ama, hiç olmazsa suç cezasız kalmamıştı.
* * *
Ve, önceki gün...
Yıldönümüydü.
Kapıkaya Köyü'nün kabristanında anma töreni yapıldı. İsmail, Recep, Murat ve Hidayet'in ardından dualar edildi. Musa da oradaydı... Gene kenarda, gene boynu bükük. Ve gene, bir senedir her gördüğüne söylediği gibi, “Benim yüzümden, keşke düzlükte dursaydım, benim yüzümden” diye ağlıyordu. Ne büyükleri teselli edebiliyordu onu, ne mahkemenin verdiği adil karar rahatlatabilmişti vicdanını, ne de rüyasında “Boşver” diye gülümseyen Hidayet.
* * *
Bitti tören.
Gitti evine.
Astı kendini Musa.
* * *
Bir sene dayanabilmişti buna.
* * *
Evet, Japonya değil burası...
Kimseden harakiri yapmasını beklemiyoruz.
Alışığız, istiflerini bozmayacaklarını, istifa etmeyeceklerini de biliyoruz. Ama “Sprey yüzünden oldu, yok efendim buzullar eridi, dünyanın suçu” filan, ayıptır beyler.
* * *
Başta minik Dila... 30 küsur günahsız sel kurbanından utanmıyorsunuz, bari, Musa'nın yüreğinden utanın da, hiç olmazsa bir özür dileyin.
Çok başarılı öğrenciydi Musa.
Öğretmen olmak istiyordu.
Sabah okuluna gidiyor...
Sonra çobanlık yapıyordu.
Babası garibandı çünkü.
* * *
Tam bir sene önce, gene böyle bir sabah... Çıktı tek göz oda, ağıldan bozma evinden kör karanlıkta, yürüye yürüye, 2 kilometre, sırtında çantası, şehirlerarası asfalta geldi... İzmir Aliağa'ya bağlı Kapıkaya Köyü'nde yaşıyordu, köyde okul yok, okul Yenişakran'da... Türkiye'nin en batı ucunda, bütün yatırımlar oraya yapılıyor denilen coğrafyada, Türkiye'nin en doğusundaki yaşıtlarıyla aynı kaderi paylaşıyordu; taşımalı eğitim... Servis bekliyordu.
* * *
Yakaladı yakaladı...
Kaçırdığında okuluna gitmesi imkânsız.
O nedenle, gün doğmadan kalkıyor, en az 2 saat yolu hesap ederek, saat 6 civarında asfaltta oluyordu.
Asfalt rampa.
* * *
Göründü yarım saat sonra servis minibüsü... Manisa'nın Karaahmetli Köyü'nden başlıyor, çocukları toplaya toplaya, en son Musa'yı alıyor, Yenişakran'a varıyordu. İçerde, biri şoför, biri engelli çocuğuna refakat eden anne, toplam 27 çocuk... Musa 30'uncu.
* * *
Durdu önünde her sabahki gibi, bindi Musa, hareket ettiler. Ama bir acayiplik vardı... Şoför döndü Musa'ya öfkeyle, “Bak seni almak için durduk, fren patladı, niye rampada duruyorsun, 100 metre yürüyüp düzlükte dursana!” diye bağırdı... Yer kalmadığı için ayakta dikilen Musa, büktü boynunu, ne desin, zaten bütün çocuklar ona suçlu gibi bakarken ne diyebilirdi ki? Bir ara göz göze geldi en sevdiği sınıf arkadaşı Hidayet'le... Hidayet gülümsedi, çaktırmadan şöyle bir salladı elini havada “Boşver” manasında, “boşver, üzülme...”
* * *
Dandik asfaltta haldır haldır gitmeye başladılar, 1 kilometre, 2 kilometre, 3 kilometre... Yenişakran'a 4 kilometre kala, olanlar oldu, trafolar bölgesinde dik yokuşun sonundaki sert viraja daldı minibüs, “Fren boşaldı” diye bağırdı şoför, savruldular, korkuluk morkuluk yok tabii, uçtular Tütünlü Deresi'ne... Önce çığlıklar, 3 takla, 5 takla, darmadağın oldu, zaten darmadağın haldeki minibüs, sonra trajik sessizlik.
* * *
İsmail oracıkta öldü. 9 yaşındaydı. Recep öldü, Murat öldü. 15'indeydiler. Ve, gülümseyerek kan kardeşine moral vermeye gayret eden Hidayet... Ambulanslar geldiğinde nefes alıp veriyordu hâlâ... Hastane, doktor, ameliyat, olmadı... Hidayet de gitti.
Ya Musa?
Kafası yarılmıştı, sağ el bileği ezik...
Hatta, o feci kazanın haberini yapan gazeteler, Musa'nın bandajlı fotoğrafını koymuşlardı, “Açılan kapıdan fırladı, kurtuldu” diye.
* * *
Kurtulmuştu hakikaten Musa... Sağ çıkmıştı o tabut minibüsten... Ama kâbuslardan kurtulamadı... Hidayet her gece rüyasına giriyor, gene gülümseyerek “Boşver, üzülme” diyor ama, şoförün “Bak seni almak için durduk!” diye bağırması kulaklarından gitmiyordu, çın çın... Bıraktı okulu. Gitmedi bi daha.
* * *
Ve, bir sene sonra...
* * *
Bilirkişi, en fazla 12 yaşında olması gereken servis minibüsünün, daha eski, 15 yaşında olduğunu, frenlerin kazadan çok önce patlak olduğunu tespit etti; balatalar erimişti. Aslında servis minibüsü bile değildi, öyle olsaydı, “S” plaka taşımalıydı, taşımıyordu. Buna rağmen, hiç kimse şikâyetçi olmadı... Savcı hariç... Kamu adına dava açtı, bilirkişi raporunu koydu hâkimin önüne, hâkim de, hiç tereddüt etmeden 10 sene hapis verdi şoföre... Giden gitmişti ama, hiç olmazsa suç cezasız kalmamıştı.
* * *
Ve, önceki gün...
Yıldönümüydü.
Kapıkaya Köyü'nün kabristanında anma töreni yapıldı. İsmail, Recep, Murat ve Hidayet'in ardından dualar edildi. Musa da oradaydı... Gene kenarda, gene boynu bükük. Ve gene, bir senedir her gördüğüne söylediği gibi, “Benim yüzümden, keşke düzlükte dursaydım, benim yüzümden” diye ağlıyordu. Ne büyükleri teselli edebiliyordu onu, ne mahkemenin verdiği adil karar rahatlatabilmişti vicdanını, ne de rüyasında “Boşver” diye gülümseyen Hidayet.
* * *
Bitti tören.
Gitti evine.
Astı kendini Musa.
* * *
Bir sene dayanabilmişti buna.
* * *
Evet, Japonya değil burası...
Kimseden harakiri yapmasını beklemiyoruz.
Alışığız, istiflerini bozmayacaklarını, istifa etmeyeceklerini de biliyoruz. Ama “Sprey yüzünden oldu, yok efendim buzullar eridi, dünyanın suçu” filan, ayıptır beyler.
* * *
Başta minik Dila... 30 küsur günahsız sel kurbanından utanmıyorsunuz, bari, Musa'nın yüreğinden utanın da, hiç olmazsa bir özür dileyin.
Kaynak : Hurriyet-Yılmaz Özdil
Minik Dila Bursa'da bulundu. Dünde cenaze namazı kılındı minik yavrunun... Bir anne olarak o kadar etkilendim ki bu olaydan... Hep nasıl dayanacak bu anne acıya diyorum.
Allah öbür evladını korusun ailesine bağışlasın... Ve bol sabır diliyorum...
Keşke acısını azaltmak için bir şeyler yapabilsek :(
0 yorum:
Yorum Gönder
Bakalım bu işe siz ne diyeceksiniz!!!